Aşk olgusunun sinemada, yokluğunun mutsuzluk ve büyük bir eksiklik, varlığının da sonsuza dek mutluluk getirebileceği vurgusuyla işlendiğine dikkat çeken uzmanlar, romantik filmlerde çifte sonsuz mutluluğun garantilendiğini ve bu sayede izleyicinin kendisini masalsı bir gerçekliğin içinde bulduğunu söylüyor. Film boyunca romantik duyguların tetiklendiğini dile getiren Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, “Eğer film mutlu sona doğru ilerliyorsa ödül-haz hormonu olan Dopamin seviyelerinin, güvenle ilişkili olan Endorfinin ve bağlanma ile ilişkili olan Oksitosin düzeylerinin artması beklenir… Eğer ilişki süreci yolunda gitmez ve film mutlu sonla bitmezse, bu durumda stres hormonu olan Kortizol seviyeleri yükselecektir…” dedi.
Aşk olgusunun sinemada yokluğunun mutsuzluk ve büyük bir eksiklik, varlığının da sonsuza dek mutluluk getirebileceği vurgusuyla işlendiğine işaret eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, “Bu nedenle, Truva filminde savaş meydanlarında veya Titanik filminde okyanusun ortasında binlerce kişinin ölümleri değil, iki kişinin aşk duygularının daha fazla dikkatimizi çektiğini fark ederiz. Bazı kişiler yaşantılarındaki duygusal eksikliği veya zayıflığı romantik filmler izleyerek gidermeye çalışır. Bazı kişiler mutlu sonla biten tutkulu aşklara ve sahip çıkılan güçlü ilişkilere özlem duyar, bazı kişiler ise bastırmak zorunda kaldığı duyguların birçoğunu bu filmler aracılığı ile hissetme fırsatı yakalar.” dedi.
“İzleyici kendisini masalsı bir gerçekliğin içinde buluyor”
Tutkulu aşkın, romantik filmlerde izleyiciye tek mutluluk kaynağı olarak sunulduğunu ve bu filmlerde aşkın, engeller aşılarak elde edildiğini ve çifte sonsuz mutluluğu garantilediğini ifade eden Dr. Mert Sinan Bingöl, “Bu sayede izleyici kendisini masalsı bir gerçekliğin içinde buluyor.” dedi.
“İzleyici partnerini filmdeki partnerle karşılaştırıyor”
Romantik filmlerin genellikle en masalsı, en güçlü ilişki örneklerini konu edinerek, izleyiciye ‘vay be ne ilişkiler varmış’ dedirttiğini kaydeden Dr. Mert Sinan Bingöl, “Bu, izleyiciye bir taraftan yoğun duygular yaşatırken, diğer taraftan izleyicinin partnerini filmdeki partnerle karşılaştırmasına sebep olur. Öte yandan gerçek yaşamda, tutkulu aşk, eninde sonunda biterek altyapı varsa ‘sevgiye’, yoksa ‘boşluğa’ dönüşürken; filmlerde ise, yönetmen, yukarıdaki dönüşümü izlememize izin vermez ve çoğunlukla filmini tutkulu aşıkların kavuşmasıyla bitirir! Bu ise, bizde, tutkulu aşkın sonsuza kadar süreceği yanılsamasını yaratır ve filmden çıktığımızda ilişkimizde veya hayatımızda bir şeyler eksikmiş gibi hissederiz…” diye konuştu.
“Romantik filmleri, sevgili olan çiftler daha fazla tercih ediyor”
Dr. Mert Sinan Bingöl, “Romantik filmleri, sevgili olan çiftlerin daha fazla tercih ettiğini düşünüyorum. Çünkü ‘yalnız’ insanların, romantik ilişkilere daha mesafeli bireyler olması beklenir. Romantik filmlerde, birbirleri için mücadele eden, fedakarlıklar yapan, partneri uğruna ölen karakterlerin varlığı söz konusuyken, bu durum yalnızlığı bilinçli seçmiş veya bir sebeple yalnızlığa mahkum bir şekilde hayatlarına devam eden insanların ilgisini çekmeyecektir.” dedi.
Aşk filmleri izlemenin hormonlara etkisi ne?
Film boyunca umut, heyecan, korku hislerinin bir azalması bir artmasının beklendiğini, böylece romantik duyguların da tetiklendiğini ifade eden Dr. Mert Sinan Bingöl, “Eğer film mutlu sona doğru ilerliyorsa ödül-haz hormonu olan Dopamin seviyelerinin, güvenle ilişkili olan Endorfinin ve bağlanma ile ilişkili olan Oksitosin düzeylerinin artması beklenir… Eğer ilişki süreci yolunda gitmez ve film mutlu sonla bitmezse, bu durumda stres hormonu olan Kortizol seviyeleri yükselecektir…” şeklinde konuştu.
Romantik filmlerde verilen ana tema; ‘Acı çekilmeyen aşk yoktur’…
Romantik filmlerde verilen ana temaların; ‘mutlu sona ulaşmak istiyorsan, aşk için yeterince acı çekmelisin! Acı çekilmeyen aşk yoktur! Ancak engelleri ve acıları aşarsan sonsuza dek mutlu olabilirsin, yoksa ömür boyu eksik ve yetersiz hissedeceksin!’ şeklinde olduğuna da işaret eden Dr. Mert Sinan Bingöl, “İşte bu kodlar nedeniyle, aşk sürecini acısız tahayyül edemeyiz! Diğer taraftan tutkulu aşk, gücünün bir kısmını da rekabet duygusu yaratan ‘üçüncü’ kişilerin varlığından alır! Bu tema, hemen hemen tüm aşk filmlerinde işlenir! Böylece, çifti ayırmaya çalışan ‘üçüncü’ kişiler, bir şekilde alt edilerek zafer elde edilmeye çalışılır.” dedi.
“Titanik filminde Jack, Rose’u aynı gemiye binene kadar hiçbir şekilde tanımıyordu…”
İlişkilerde, bazen kahraman rolüne bürünerek ‘kurtarıcı’ fantezisinin sahnelendiğini, bazen de mağdur rolüne bürünerek ‘kurtarılma’ fantezisinin sahnelendiğini kaydeden Dr. Mert Sinan Bingöl, şöyle devam etti:
“Filmlerde gördüğümüz bu karşıt roller, bize, o an ne kadar zorda olduğumuzu ve bu fanteziye ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatır! Titanik filminde Jack, Rose’u aynı gemiye binene kadar hiçbir şekilde tanımıyordu, buna rağmen birkaç saat içerisinde uğruna ölecek kadar tutku hissedebilmişti! Bu kadar kısa sürede tanıması ve sevmesi mümkün olmadığına göre, demek ki Jack kendi psikolojik, fizyolojik ve duygusal ihtiyaçları nedeniyle körkütük aşık olmuştu, yani devreye fanteziler girmişti.”
Aşk filmleri izlerken empoze edilen mesajlar ne?
Bu filmlerde, gerçek aşkın, mutluluğun tek kaynağı olarak empoze edildiğini de ifade eden Dr. Mert Sinan Bingöl, “Bu filmler, sadece partnerimizle tamamlanabileceğimizi ve onsuz eksik kalacağımızı güçlü bir şekilde vurgular. Karakterlerin karşılaştıktan sonra bir türlü kavuşamamaları, sürekli engellerle karşılaşmaları, eğer sonsuza dek mutluluğu yakalamak istiyorlarsa bu engelleri aşmak zorunda kalmaları gerektiği vurgulanır! İzleyiciye, tutkulu aşk evresi yaşanmadığı sürece, mevcut ilişkilerinin ‘eksik ve kusurlu’ kalacağı empoze edilir…” şeklinde sözlerini tamamladı.